11 Eylül 2009 Cuma

12 Eylül'ün 29. yılında...




Hani derler ya, perşembenin gelişi çarşambadan bellidir’ diye, bizimki de o hesap. Bugünkü sözde demokrasinin temellerini biz bu ülkedeki hep zamansız ve yerinde olmayan darbelerle attık. Bunlardan biri de, 12 Eylül 1980 darbesi!.. Bakın bu kanatan sürece nasıl gelindi:

1970'li yıllar sona ererken Türkiye ağır bir siyasal ve ekonomik bunalımla karşı karşıyaydı. 1977 seçimlerinden sonra istikrarlı bir hükümet kurulamadığı gibi, iki büyük parti CHP ve AP arasındaki diyalog neredeyse tamamıyla ortadan kalkmıştı. 1979’da Demirel başkanlığında, dışarıdan MHP ve MSP destekli AP azınlık hükümetinin kurulması da siyasal istikrarsızlığı sona erdirmeye yetmedi. Bu arada günde 25-30 kişinin yaşamına mal olan siyasal ve toplumsal şiddet olayları da bütün hızıyla sürüyordu. İstikrarsızlığın yanı sıra giderek artan şiddet olaylarından tedirgin olan ordunun üst kademesi, 27 Aralık 1979'da Milli Güvenlik Kurul Başkanı sıfatıyla Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e bir uyarı mektubu gönderdi. Korutürk'ün 2 Ocak 1980'de kamuoyuna duyurduğu uyarı mektubunda, ülkenin içinde bulunduğu durumun değerlendirilmesi yapıldıktan sonra şöyle deniliyordu:"Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizden bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle biraraya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir."

“İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifemiz…” diye başlayan cümlelerin de kulak ardı edildiği o yıllarda, deyim yerindeyse tam bir sağ-sol çekişmesi yaşanıyordu. Durum malum, güzel ülkemde solculuğun insani tarafları hep “bölücülük, anarşisizm” diye tanımlanmıştır. Ne hikmettir ki, bütün bunlara karşı yapılan kıyımlara, ırkçılığa, yağmalanan insan haklarına da “milliyetçilik” diye bir kılıf uydurulduğu için sizin anlayacağınız çoktan minare çalınmıştır. Sahneye dönemin Genel Kurmay Başkanı Orgenaral Kenan Evren çıkar; MGK bildirisi kamuoyuna duyurulur:

“MGK devlet yönetimine doğrudan el koymuştur. Her türlü siyasi faaliyet her kademede durdurulmuş, parlamento ve hükümet feshedilmiş, bütün parlamenterlerin yasama dokunulmazlıkları kaldırılmıştır. Yurtta sıkıyönetim ilan edilmiş, ikinci bir emre kadar sokağa çıkmak yasaklanmış, yurtdışına çıkışlar durdurulmuştur. Yasama ve yürütme yetkileri MGK tarafından kullanılacak ve kısa zamanda bir bakanlar kurulu oluşturularak yürütme sorumluluğu bu kurula bırakılacaktır.”

12 Eylül bir insanlık suçuydu. 12 Eylül, sol görüşü sindirmek adına ve Türkiye’yi bugünkü islam ve bölücülük çukuruna iten utanç tarihiydi. 12 Eylül tarihte basiretsizliğin en açık örneğiydi. 12 Eylül, sorgulayarak öğrenmenin, eğitimin ve demokrasinin bitiş noktasıydı.
Bütün bunların ardından, 12 Eylül darbesine “yerinde” deyimini yakıştıranlar ellerini iki başının arasına alıp düşünsünler diyeceğim ama onlar başka planlar yapıyorlar, kıyımlara, katletmelere kılıf hazırlıyorlar “milliyetçilik” adı altında!

1 yorum:

Hera dedi ki...

canım yine döktürmüşsün...
yüreğine sağlık...