29 Haziran 2009 Pazartesi

Sivas Katliamı

4. Pir Sultan Abdal Anma Etkinlikleri kapsamında Sivas’a dönemin valisi tarafından çağrılmışlardı. 1 Temmuz sabahı 06.00 sularında şehre indiklerinde, ortalık sakin görünüyordu, inşaatta çalışan birkaç işçinin başlarındaki Pir Sultan şapkalarını yere atıp ezmesi dışında… Önemsemediler, kendini bilmez birkaç kişiydi.
2 Temmuz günü, kültür merkezindeki etkinlik öylesine güzel geçmişti ki, bir gün öncesi ve sabahında yaşanan tüm gerginlikler unutulmuştu. Gençler DSİ’nin misafirhanesine, aydınlar ise, Madımak Oteli’ne döndü. Yolda, camiden çıkan bir grubun sataşmalarına şahit olmuşlardı, üzerinde durmadılar; meğer hepsi bir savaş alametiymiş diyor, Madımak’ta 19’undaki kardeşi Serkan’ı kaybeden Serdar Doğan.
Her zaman toplanıp giderledi de böyle etkinliklere, bu kez herkeste bir veda havası hakimdi sanki. Barış içinde, halaylarla, türkülerle, semahlarla çıkılan Sivas yolundan geri dönülmeyecek hissi kaplamıştı yüreklerini.
2 Temmuz 1993 saat 19.00. Madımak’ta derin bir sohbet sürüyor. Metin Altıok, Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, diğer aydınlarla birlikte gençleri de toplamışlar etraflarına koyu bir sohbete dalmışlar. O kadar içli ki konuşulanlar, dışarıdan gelen sloganları, ulumaları duymazlar. Bir süre sonra lobiye düşen ve büyük camı paramparça eden bir taşla irkilir hepsi. Dışarıya bakarlar, bir grup otelin önünde, taş yağdırmaktadır. Her ne tesadüfse, şehrin göbeğinde kaldırım onarımı için tam da otelin önüne koyulmuştur taşlar!..
“Tekbir” sesleriyle büyüyen grubun şaşkınlıklarını üzerlerinden atamamaktadır içeridekiler.
İçlerindeki deneyimli kişi Erdal Ayrancı’dır, korkmamalarını söyler, 12 Eylül’ü de yaşamıştır kendisi. Serdar Doğan kardeşini yukarı kata gönderir, “Ben sana bir şey söylemeden bu kata inme Serkan!” dese de, dinletemez kardeşine. Aşağıda, taş yağmuru devam ederken, Serkan sürekli ağabeyinin durumunu öğrenmek için aşağı iner, Serdar defalarca “Gelme Serkan” der, dinlemez Serkan.
Serdar Doğan, Erdal Ayrancı’nın “Bunlar oteli de yakarlar” dediğini hatırlıyor.
-“Uzun bir süre geçmedi üzerinden, perdeler tutuştu, zaten otel yatak yorgan dolu, kısa sürede her yer alev aldı.”
Serdar, kardeşi Serkan’ın sürekli sesini işitir “Ağabey!” Bir süre devam eder seslenmeler…
- “Ağabey!…”
-“Serkan!…”
-Serkan dedim, ses gelmedi…
3 Temmuz 1993’te gazetelerin baskıları Sivas’ta adeta bir savaş meydanından çekilen fotoğrafları vermişti. Madımak Oteli’nden 33 kişinin cansız bedeni çıkarıldı. Aradan 16 yıl geçti. Serdar Doğan hala kardeşinin sesini duymak için bekliyor. Hala verdiği röportajlarda, “Serkan’ı yukarı gönderdim, onu son görüşümdü bu” derken, kayıt cihazını kapattıracak kadar da ilk günkü gibi içinde taşıyor bu yarayı.

2 Temmuz 1993
Yer: Sivas Madımak Oteli
Olay: Yaklaşık 10 bin kişilik gerici bir grubun ayaklanması sonucu büyüyen olaylarda 33 aydın ve genç insan yakılarak katledildi.
Sonuç: Kasım 2008’e kadar zanlı sayısının 10 bin kişilk gruptan 7 kişiye kadar indirildiği yargılanma sürecinde, “davanın zaman aşımından düşürülmesi” istendi. Aynı tarihte, olayların baş povakatörü diye anılan Cafer Erçakmak’ın “anayasal düzeni zorla değiştirmeye taşebbüsten” dosyası ayrıldı.
Kimilerinin bugün “Sivas Olayları” diye nitelendirdiği bu “laiklik karşıtı” ayaklanma “katliam”dan başka bir şey değildi aslında. Hepimizin yüreğine yara oldu, kanadı, durmadan kanadı. Artık bizler, Sivas’ta yaşananların “olay” diye nitelendirilecek kadar basit olmadığını biliyoruz, bizler “katliamın” unutturulmaması için atıyoruz çığlıklarımızı olanca gücümüzle.
Sivas Katliamı’nın 16. yıldönümünde, geçmişi yamalı ülkemde bir çığlık olsun karaladığım satırlar; UNUTMAYALIM!

23 Haziran 2009 Salı

Serkan Eroğlu- 23 Mayıs 1978 Tire-İzmir doğumlu
24 Aralık 1997’de Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi tuvaletinde asılı bulundu. İntihar ettiği söylense de bir cinayetin üzerinin kapatılış hikayesinin başlangıcıydı Serkan’ın ölümü.
27 Kasım 1997 günü, yolda yürürken sivil polis olduğunu iddia ettikleri 4-5 kişinin zoruyla gözleri bağlanarak bilmediği bir yere götürüldü. Sorgulandı, bu esnada arkadaşlarıyla ilgili bilgi istendi, kendisine okul içinde muhbirlik yapması teklif edildi; kabul etmedi. 8 saat boyunca fiziki ve ruhsal baskıya maruz kaldı, ardından yine gözleri bağlanarak sapa bir yola bırakıldı. Olayın üzerinden bir hafta geçti. Serkan ortadan kaybolduğunda henüz 19 yaşındaydı, ölü bulunduğunda da… Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi tuvaletinde 24 Aralık günü incecik boynunda, bir iple bulundu.
Olaydan hemen sonra İzmir Emniyet Müdürü Ahmet Demir bir açıklama yaptı ve Serkan’ın intihar ettiğini söyledi.
Ablası Serkan’a ikinci kez otopsi yapılmasını istediğinde, Serkan’ın kanında 7.3 oranında kloroform tespit edildi; basit bir intihar değildi yani bu. Birileri Serkan’ı bayıltmış ve intihar süsü vermek istemişti.
Serkan, kaçırıldığı günü savcılığa şöyle anlatmıştı: “27 kasım 1997 perşembe günü saat 16.00 civarı, sivil polislerce zorla bir arabaya bindirildim. gözlerim bağlandı ve bilmediğim bir yere götürülerek sekiz saat boyunca sorgulandım, tehdit edildim, işkenceye uğradım. bu durumdan dolayı İHD’ye başvuruyorum.”
Serkan’ın ölümünün üzeri bugün hala aydınlatıl(A)mamıştır. Üstelik, olayın aydınlatılmasının Serkan’ın “beni öldürebilirler” diye başvurduğu kuruma verilmesi de durumun vahimliğinin başka bir göstergesidir.
Serkan’ın ölümünden sonra bir kitabı yayınlandı, “Çiçeğin Gözü Yıldızlardaydı” adıyla. Babası kitabın önsözüne yazmıştı: “…köşe yazarı olmaktı hayalin. insanlara yardım etmek bir de. bir yazında (yazdıklarımla aileme, özellikle babama –haklıymışsın) dedirteceğim diyecek kadar idealisttin. -haklıymışsın serkan, demeyi çok isterdim, ama birileri bunu söylememi hiç istemedi hem de hiç yine de haklıymışsın serkanım diyorum..."
Ali Serkan Eroğlu. Öldürüldüğünde 19 yaşındaydı. Gazetecilik’te okumakta, drama yazarlığı için hazırlanmakta, bunların yanında Duvara Karşı tiyatro grubunun kurucularından ve aynı zamanda Parya oyuncuları grubunun kurucusu olarak tiyatro yapmakta, gitar çalmakta, şiir ve denemeler yazmaktaydı. Başkalarının teklif ettiği muhbirliği yapmamak uğruna attığı çığlıkla vuruldu Serkan. Ölümünün üzerindeki perde hala kaldırılmadı, bilenler sustu, unutturulmak üzerine türlü türlü oyunlar döndü cinayetin ardında. Bugün Serkan’ın ölümünü, öldürülüşünü unutmayan birçok yol arkadaşı hepimize sesleniyor, UNUTTURMAYALIM! Çünkü, “aklın unutuşa karşı savaşı insanın iktidara karşı savaşıdır.”